08/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI: 12.06.2025

(Y8) kodlu Yörük hamile kadın, sürüsünü otlatıyordu. Bir anda kendini hayatın en kadim, en ilkel, en kutsal eşiğinde buldu: Doğumun yaklaşan fırtınasıyla baş başa kaldı. Etrafta steril beyazlıklar yoktu

YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1
Bir Doğumun Sessiz Hafızası: Zamanın Kadınları: Taş, Şalvar ve Ölmeyen Ruh.

Güneş, Mersin’in Kırobası Yaylası’nda yükselirken, (Y8) kodlu yörük hamile kadın, sürüsünü otlatıyordu. Bir anda kendini hayatın en kadim, en ilkel, en kutsal eşiğinde buldu: Doğumun yaklaşan fırtınasıyla baş başa kaldı. Etrafta steril beyazlıklar yoktu, uzman ellere, ağrı kesicilere, acil butonlara basacak ortam da yoktu. Yalnızlık, çıplak ve mutlaktı. Ne var ki bu yalnızlık, çaresizlik değil, anne olma sorumluluğunun başlangıcıydı.

Hamile kadın sancıların girdabında, modern insanın kolayca kapılabileceği telaş ve paniğe izin vermedi. Bir kaya kütlesinin gölgesine sığındı ve oracıkta doğum yaptı.

Gözünü bebeğinin üzerinden ayırmadan, göbek bağını bedeninden ayırmak için elini toprak üstünde gezdirdi, kesici bir şey aradı ve bir taş buldu. Bu soğuk taş, insanlık tarihinin en eski cerrahi müdahalesinin sembolü olacaktı…

O taşla göbek bağını kesti!..

Esasen, kesilen sadece göbek bağı değildi; aynı zamanda bebeğini dış dünyanın acımasızlığından koruyan kordonun yerini alacak iradesinin de bağıydı.

Bu, çığır açan bir cesaretti – tıbbi bilginin yokluğunda değil, içgüdüsel bilgeliğin ve yaşama olan tutkunun inanılması zor bir örneğiydi.

Bebeğini, dünyanın ilk kundağı olan kendi şalvarına sardı. Şalvar, sıcak tutmak için değil, bir annenin ilk koruyucu kalkanı, ilk sığınağıydı.

Sonra, hâlâ titreyen bacaklarıyla, belki bedeni sarsılmış ama ruhu dimdik ayağa kalktı, sürüsünün önünde, çadırına yöneldi...

Bu yürüyüşün arkasında başkaları da vardı; bunlar, olağanüstü bir fiziksel ve zihinsel toparlanmanın zafer alayıydı...

Yeni doğum yapmış bedenin zayıflığı ile yeni bir cana hayat vermiş olmanın verdiği güç, kaynaşmıştı.

Bu sebeple çadıra dönüşü bir mekân değişikliği değil, sorumluluğa – hem yeni doğana hem de sürüye – kaldığı yerden devam etme kararlılığının somut ifadesiydi. Telaş yoktu, yalnızca yapılması gerekeni yapma sükûneti vardı…

Modern çağın aynasından baktığımızda bu gerçek yaşanmışlık, konfor ve teknoloji çağında unuttuğumuz temel gerçekleri çarpıcı bir şekilde yüzümüze vuruyor.

Bakın nasıl:

Bizler her şeyi kontrol altına alabileceğimizi sanırken (doğum planları, hastaneler, acil protokoller), bu kadın, hayatın en kontrol dışı anında bile içsel kaynaklarına – cesaret, irade, içgüdü, dayanıklılık – güvenmek zorunda kaldı. Zaten bu kaynaklar içimizde, sandığımızdan çok daha derinde yatmıyor mu?

Modern insan kendini sıklıkla çevresel koşullara karşı kırılgan görüyor. Oysa bu hadise, insan bedeninin ve ruhunun, hayatta kalmak ve üremek için tasarlanmış inanılmaz uyum yeteneğini ve biyolojik direncini hatırlatmıyor mu?

Telaş yok, korku yok. Bunlar, süreci yönetmeyi engelleyen lüks değil mi? Bu yüzden hiç akla gelmedi…

Taş ve şalvar... İki basit, doğal, erişilebilir nesne.

Bu hikâye, bazen en karmaşık çözümlerin yerini, aciliyet ve yaratıcılıkla kullanılan basit araçların alabileceğini, oysa medeniyetin bizi gereksiz karmaşıklıklara bağımlı kıldığını gösteriyor.

Ayrıca, burada önemli bir felsefi ders var: Hayat bazen bizi planlanmamış, korkutucu şartlara sürükler. Bu hikayedeki kadın, o şartların karşısında çığlık atmak veya donup kalmak yerine, bir sonraki en mantıklı, en gerekli adımı atıyor. Onun eyleme geçme cesareti, felç edici korkunun panzehri oluyor.

Değerli okuyucularım,

Bu Yörük kadını, dağın doruğunda, tek başına iken yalnızca bir bebek doğurmadı. Aynı zamanda, insan ruhunun sınır tanımayan gücüne, ilkel bilgeliğe, sarsılmaz iradeye ve yaşama tutku kudretine dair unutulmakta olan bir destan yazdı...

Modern çağın insanı olarak bize düşen, bu destanı okuyup, kendi konforlu kırılganlığımız içinde kaybettiğimiz o içsel direnci yeniden keşfetmektir.

Onun topraktan aldığı taş, bizim ruhumuzdaki pası da kazımalı.

Onun şalvarı, bizim fazlalıklarımızı da sarmalı.

Onun sessiz, sakin yürüyüşü, bizim telaşımıza da meydan okumalı.

Zira o dağda, tüm medeniyetlerin ötesinde, insan olmanın özü, işte burada çıplak ve muhteşem bir şekilde ortaya çıkmış olmuyor mu?...

16 Haziran 2025/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI- 9

YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1-8/2’in Hikayesi Devam Edecek:

“Y8 kodlu Anneyi Sanal Sahneye Davet Edeceğim. Bu Sanal Bir Tiyatro, 70 yıllık Bir Yolculuk

Yükleniyor...
    Yükleniyor...