06/ PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI: 05.06.2025

Kendisiyle görüştüğümüz Yörük anne, ailesine ait bir hikâyeyi naklediyor: Yıl 1900’lerin başları. Hac, bugünkü gibi uçakla 3-5 saatte değil, deve sırtında aylar süren bir yolculuk.

YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ-Y1-6
Hac Yolu, Cariye ve Kadının Gönül Gücü” Deveyle Hac, Kalple Yolculuk…

Kendisiyle görüştüğümüz yörük anne, ailesine ait bir hikâyeyi naklediyor: Yıl 1900’lerin başları. Hac, bugünkü gibi uçakla 3-5 saatte değil, deve sırtında aylar süren bir yolculuk. Bir Yörük dedesi, eşini de yanına alıp Hacca gidiyor. Yanlarında iki kişi daha: Musa adında bir erkek köle ve 18 yaşında esmer bir cariye kız…

O zamanın Mersin’inden Mekke’ye uzanan bu uzun yolculuk, sadece bir ibadet değil; kaderin kaleme aldığı bir öykü. Hac dönüşü, babaannenin eşine söylediği şu sözü hâlâ yankılanıyor:

“Bu kız esmer, kimse almıyor. Bari sen nikah kıy…” Ve dede, cariyeye nikah kıyıyor.

Bu hikâyeyi bugünün penceresinden okuduğumuzda, aklımıza ilk gelenler hukuki ve etik sorular elbette. Bugün böyle bir şey mümkün mü? Hayır.

Türkiye’de kölelik 1800'lerin sonunda yok oldu, çok eşlilik ise medeni hukuk çerçevesinde yasaklandı. Ancak bu hikâye, o dönemde bir “Yörük kadının nasıl fedakârlıkla hareket ettiğini” gösteriyor. Cariye, onun için tehdit değil, korunması gereken bir “öteki kadın”. Belki yalnız, belki dışlanmış. Ve kadın, bu yalnızlığa bir son veriyor.

Bugünün gözleriyle baktığımızda, “kadının kendi yerine ‘bir başkasını koyabilmesi’, onun ‘geri kalmış’ değil, aksine ‘duyguda ve vicdanda ileride’ olduğunun bir göstergesi.

Bir düşünelim: Günümüzde bir eş, kocasına “başka biriyle evlen” diyebilir mi? Zor. Ama belki başka bir biçimde yaşanıyor bu: Tüp bebek sürecinde eşinin acılarını paylaşan kadın, hasta bir çocuğa birlikte bakan çiftler… Empati hâlâ yaşıyor, sadece biçim değiştirdi.

Kokular, Duyular ve Kültürel Uyum

Bir başka hikâyede, çadır hayatına yabancı bir genç kız anlatılıyor. Yörük olmayan bir aileden gelen bu kız, çadırı ve hayvan kokusunu ilk kez duyumsadığında irkiliyor. Evliliğe gönülsüz. Ama annesi ikna ediyor. Düğün oluyor. Kız çadıra gelin olarak geliyor.

Bir hafta sonra annesi ziyarete geldiğinde kızı şöyle diyor:

“Anne, her yeri tertemiz yaptım. Artık hayvan kokusu yok.”

Annesinin cevabı düşündürücü: “Kızım, burnun kokuya alışmış.”

Bu ifade, sadece bir mizah değil; “kültürel uyumun biyolojik bir metaforu.” Bir ortama, bir hayata alışmak demek, “bedenin ve zihnin birlikte evrilmesi” demektir. Bugün şehirde doğmuş biri için hayvan kokusu “rahatsız edici” olabilir. Ama doğada büyüyen bir çocuk için bu, hayatın ta kendisi…

Modern kent yaşamı, klimalı evler, steril hastaneler, parfümlü sabunlar arasında geçen bir ömrün "duyusal kodları" farklıdır. Ama “kokuların hatıraları tetiklediği” gerçeği, nörobilim tarafından bugün de destekleniyor. Burnumuz sadece koku almaz, “anı da koklar.”

9 Haziran 2025. PAZARTESİ-PERŞEMBE BULUŞMALARI-7: YÖRÜK KADINLARININ ZAMANLAR ARASI İZLERİ: Y1-7 “Yörük Düğünleri: Bayraklar ve Dağdan Dağa Çocuk Taşımak

Yükleniyor...
Yükleniyor...